Okulöncesi dönemde, çocuğun yaşamındaki en etkili sosyalleştirme kurumu, ailesidir. Bu dönem çocukta başkalarını taklit eğiliminin en yüksek olduğu evredir.
Toplumun kültür değerlerinin bir kuşaktan diğerine aktarılması şeklindeki temel eğitimsel işlevinin yanında, aile, özellikle okulöncesi dönemde, çocuğun yaşamında etkili bir sosyalleştirme görevi de yapar.
Anne babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan etkileşimi, çocuğun aile içindeki yerini belirler. Aile, çocuğun ilk sosyal deneyimlerini edindiği yerdir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, bu ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşır. Yine okulöncesi dönemde, çocuğun sosyalleşmesi yolunda kendisine tanınan deneyim fırsatlarının değeri büyüktür. Bu dönemde çocuk, sosyal bir birey olmayı öğrenirken, aynı zamanda en küçük ayrıntısına kadar kopya edeceği bir modele gereksinim duyar. Kişiliğin oluşumu için gerekli olan bu özdeşleşme, aile içindeki yakın üyelerle gerçekleştirilebilir. Genellikle anne baba, amca ya da dayı gibi aile içinden bir yetişkin olan bu üyenin bozuk bir kişilik yapısına sahip olması halinde, bu kötü davranış örneğinin çocuğa da yansıma olasılığı vardır. Nitekim “Suçlu Çocuklarda Zeka, Kişilik ve Yakın Çevre Özellikleri”ni konu edinen, 214 hükümlü genç üzerinde gerçekleştirdiğimiz araştırma bulgularına göre, suçlu gençlerin birinci dereceden akrabalan arasında, %54 oranında hüküm giymiş suçluya rastlanmıştır. (1)
Aile, bir kurum olarak, çocuğun alacağı kavramları seçerek vermekte, onları yorumlamakta ve sonucu değerlendirmektedir. Bu seçici ve değerlendirici süreç, çocukta kişisel ve sosyal davranışlarla ilgili değer duygusunun gelişmesiyle sonuçlanmaktadır. Hiç kuşkusuz çocuğun bulunduğu kültür çevresi içinde yer alan ve onu etkileyecek olan gelenek ve kurallar da vardır. Ancak yargıların oluştuğu, tercihlerin yapıldığı ya da en azından etkilendiği yer ailedir. Kişiliğin gelişmesi, bir dizi tercihin geliştirilmesiyle olanaklıdır. Bu tercihler bireyin değerlerini temsil eder ve geniş ölçüde ailenin koşullandırılmasının bir sonucudur.
Bütün bunlardan sonra denebilir ki, çocuğun ailesinin yapısı, genişliği, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi, onun ilk sosyal deneyimlerini, dolayısıyla duygusal ve toplumsal gelişmesini etkileyecektir.
Çoğunlukla sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi yüksek olan ailelerden gelen çocukların, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi daha aşağıda olan ailelerden gelen çocuklara oranla daha başarılı bir sosyal gelişim gösterdikleri savunulur. Ancak ülkemizde, İstanbul çocukları üzerinde yapılan ve kitabımızın sonunda sunduğumuz araştırmadan alınan sonuçlar, farklı doğrultuda bulunmuştur. Hurtig ve Zazzo’nun “Psiko-Sosyal Gelişme Ölçeği”nin üç farklı sosyoekonomik sınıftan gelen 6-12 yaşlarındaki 240 kız ve erkek İstanbul çocuğuna uygulanması sonucunda, sosyo-ekonomik ve çevresel faktörlerin, sosyal olgunluğu anlamlı bir biçimde etkilemediğini saptadık. Bunun da, sosyo-ekonomik düzey basamak.larında aşağıya doğru inildikçe, özellikle geniş ailelerde yaşam savaşı veren çocukların, zorunluluk nedeniyle kendilerinin ve kardeşlerinin sorumluluklarını yüklenmelerinden kaynaklandığını gördük. (2)
Sosyal uyum üzerindeki çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır. Evlerinde yakın bir ilgiyle demokrasinin birleştiğini gören çocuklar, en etkin, özgür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar. Baldwin ve Watson’ın araştırmaları, bu gerçeği doğrular niteliktedir. Araştırıcılara göre, hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar, arkadaşlarıyla ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler öne sürebilen, fikirlerini serbestçe söyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadırlar. Bu tür çocuklarda kendini denetleme becerisine daha erken rastlanmaktadır.
Buna karşılık, daha sert bir denetim altında tutulan ya da eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen çocuklar ise, karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk yaşamaktadırlar.
Anne babalar, çocuklarının bağımsızlık uğruna giriştikleri çabalan destekledikleri ve zor durumlarda onlara yardımcı olduklan takdirde, çocuklarda bağımsızlık duygusunun kolayca geliştiği görülür. Hor gören, cezalandıran ya da hem sevip hem de soğuk davranan anne ve babaların çocukları bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmaktadırlar.
Dengeli, duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile ortamında, yeterli güven, sevgi ve sevecenlik içinde büyüyen çocuklar, gelişimleri için gerekli deneyimleri elde edebilirler. Bu tür aile ortamlarında, aile üyelerinin kendilerine düşen sorumlulukların bilincinde olması ve çocuğa bağımsızlık yolunda yeterli olanaklan hazırlaması, çocuğun sağlam bir kişilik yapısına sahip olmasını sağlar.
Her anne babanın bilerek ya da bilmeyerek çocuklarına karşı tutumu değişik olabilmektedir. Bazı çocuklar daha çok sevilmekte, bazılarına baskı yapılmakta, bazıları istenmeyen çocuk olarak görülmekte, bazılarına ise daha çok hoşgörü gösterilmektedir. Bütün bu tutumlar, çocuğun hem kişiliğinin, hem de sosyal gelişiminin değişik biçimler kazanmasına neden olmaktadır.
Son bölümde sunulan, İstanbul çocuklan üzerinde gerçekleştirdiğimiz araştırmamızda, anne ve baba baskısının, çocuğun duygusal ve sosyal gelişimini olumsuz açıdan etkilediğini belirlemiş bulunuyoruz.
Ailenin gerek çocuğun eğitimine, gerekse duygusal ve toplumsal gelişimine olan katkısı, farklı aile üyeleriyle çocuk arasındaki ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Bu ilişkiler, başta aile üyelerinin çocuklarına karşı takındıkları tavır ve davranış biçimleri olmak üzere, ailedeki tüm yaşam biçiminin etkisi altındadır. Örneğin, ilgi ve faaliyetlerini çocuklarına yöneltmeleri gerektiğine inanan ve bunu gerçekleştirmeye özen gösteren anne ve babaların bulunduğu ailelerde çocuk, ailenin en önemli bireyi olarak yetiştirilir. Bunun tam tersine, çocuklarını sadece gören, ancak onları dinlemeyen bazı ailelerde, ailenin en önemli bireyleri erişkinlerdir. Bu tür ailelerde, çocuklara verilen görev ve roller ikinci derecededir.
Aile üyelerinin tümü çocuğu aynı derecede etkilemezler. Aile üyesinin etkili olabilmesi, çocukla arasındaki duygusal ilişkinin varlığına bağlıdır. Çocuğun davranışlarını ailenin etkileyişinde, çocuğun sahip olduğu kişilik özellikleriyle yaşı büyük rol oynar. Çocuğun yaşı küçük olduğu oranda, aile üyelerinin daha etkili olmalarına karşılık, yaş büyüdükçe, aile dışı bireylerin ve arkadaşların etkisi giderek artmakta, aile üyelerinin etkisi ise azalmaktadır.
Ailenin Çocuğa Olan Etkileri
Aile üyeleriyle olan ilişkileri, çocuğun diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur. Aile aynı zamanda çocuğa, aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temelini atar.
Çocuğun gelişiminde ailenin en etkili yardımları şöyle sıralanabilir:
• Aile, grup içinde dengeli bir birey olabilmesi için çocuğa güven duygusu aşılar.
• Onun sosyal kabul görmesi için gerekli ortamı hazırlar.
• Sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davranış biçimlerini içeren birer model oluşturur.
• Sosyal açıdan kabul edilmiş davranış biçimlerinin gelişimi için rehberlik eder.
• Çocuğun yaşam ortamına uyum sağlarken rastladığı sorunlarına çözüm getirir.
• Uyum için gerekli olan davranışla ilgili, sözlü ve toplumsal alışkanlıkların kazanılmasına yardımcı olur.
• Okul ve sosyal yaşamda başarılı olabilmesi için çocuğun yeteneklerini uyarır ve geliştirir.
• Çocuğun ilgi ve yeteneklerine uygun arzuların gelişimine yardım eder.
Çocuğun gelişimini ailenin ne denli etkilediği ya da hangi tür etkilerin daha baskın olduğu, başlıca iki faktöre bağlıdır. Bunlar:
1. Ailenin ne tür bir aile olduğu,
2. Farklı aile üyelerinin etkisidir.
İçinde büyüdüğü ailenin sosyal yapısı ve biçimi, çocuğun gelişimini etkiler. Ailenin “patriyarkal” yapıda ya da “dağılmış” bir aile biçiminde olması kadar, çocuğun farklı aile üyeleriyle olan ilişkisi de gelişimde etkili olur. Örneğin, babanın olmadığı bir evde yetişen çocuğun annesiyle olan ilişkisi, babası hayatta olan çocuğa göre farklıdır.
Annenin çalışması halinde, çocuğa bir başka yakının baktığı durumlarda, çocukların anneyle olan ilişkileri yine farklılık gösterir.
Anne ve Babanın Aile İçinde Çocuklara Karşı Tutum ve Davranışlarının Önemi
Anne-baba-çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumlarına bağlıdır. Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan birçok vakaya, yeterli ve uygun olmayan ilk anne-baba-çocuk ilişkilerinin neden olduğu saptanmıştır.
Anne babanın tutum ve davranışlarını oluşturan nedenler incelendiğinde, tüm tavır alışlarda olduğu gibi, anne babaların çocuklarına karşı takındıkları tavrın da bir öğrenme ürünü olduğu görülür.
Anne ve babaların, çocuklarına karşı tavırlarını etkileyen başlıca faktörler şöyle sıralanabilir:
• Anne ve babanın zihinlerinde nasıl bir çocuk istedikleri konusunda, daha doğumdan önce hayali bir çocuk kavramı oluşur. Dünyaya gelen çocuk, anne ve babanın beklentilerine uygun olmadığı takdirde, oluşan kırıklık sonucu, anne ve babada reddetme tavrı gelişir.
• Toplumun kültürel değerleri, çocuklarını yetiştirme konusunda anne ve babaların tutumlarını etkiler.
• Üstlendikleri ebeveyn rolünden haz duyan ve görevlerini gereğince yaptıklarına inanan anne ve babaların çocuklarına karşı takındıkları tavırlar, çocuklarını nasıl yetiştireceklerini bilemeyen, güvensiz ve kendilerini yetersiz hisseden anne babaya oranla, daha başarılı ve olumludur.
• Çocuklarının sayı, cinsiyet ve kişilik özelliklerinden memnun olan anne ve babalar, memnun olmayanlara oranla, daha uygun tavırlara sahiptirler.
Bütün bunların dışında, anne ve babanın kendi çocukluk yıllarındaki deneyimleri, şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne babasıyla sağlıklı bir etkileşim kuramayan, yeterli sevgi göremeyen bir baba ya da genç kızlık yıllarında aşın baskı altında büyümüş bir annenin tutumları, bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir.
Yine aile içinde eşler arasındaki ilişki, çocuklara karşı takınılan tavrı etkileyen bir başka faktördür. Örneğin, eşiyle anlaşamayan, mutsuz bir anne, tüm sevgisini çocuğuna vererek onunla aşın derecede bütünleşebildiği gibi, tam tersine, saldırgan bir tutuma da bürünebilir.
Anne ve babanın geçmişteki deneyimleri, onların çocukları hakkında bazı projeler geliştirmelerinde de etkili olabilir.
Çocukluk yıllarını zor koşullar altında geçiren bir baba ya da anne, parasal olanaklara sahip olur olmaz, çocuğuna en iyi ortamı hazırlamak ister. Bunun için de çocuğun ilgi ve yeteneklerini dikkate almadan, bale, folklor, yabancı dil gibi konularda dersler aldırır, koleje girmek üzere onu hazırlar. Bütün bunları yaparken, anne ve babaların en büyük hataları, çocuklarını tanımadan, ilgi ve yeteneklerini saptamadan, onları kendi arzu ve tutkuları doğrultusunda yönlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar, iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler, mutlu, arkadaşça, bunalımdan uzak ve yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Bunun tersine olarak, uyum bozukluğu gösteren çocuklar, genellikle başarısız bir anne-baba-çocuk ilişkisinin ürünüdürler. Anne ve babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar, büyük bir sevgi açlığı gösterirler. Bu açlık da birtakım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak tanımlanabilen ergenlik dönemindeki ergenin, sorunlarını kolaylıkla çözebilmesi ve bu köprü evresini zorluğa uğramadan aşabilmesi, geçmişteki olumlu aile ilişkilerine bağlıdır. Çocukluk döneminde anne ve babası tarafından yeterince sevgi, sevecenlik ve güven duygusuyla yetiştirilen ve başarılı bir disiplinin uygulandığı ortamda büyüyen çocuk, mutlu bir ergen adayıdır. Daha o dönemde anne ve babasıyla başarılı bir diyalog kurabilen çocuk, zorlu ergenlik döneminde, aynı arkadaşça ilişkilerini sürdürerek, kişisel sorunlarını kolaylıkla çözebilir.
Anne ve Babanın Çocuklarına Karşı En Yaygın Tutum ve Davranış Biçimleri
Aşırı Koruma
Anne babanın aşın koruması, çocuğa gerektiğinden fazla kontrol ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu çocuk, diğer kimselere aşın bağımlı, kendine güveni olmayan, duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı boyunca sürebilir ve yetişkinliğinde aynı koruma duygusunu eşinden bekleyebilir.
Anaokulu öğrencilerimizden birinin velisi, bir gün konuşma sırasında, çocuğunun büyüyüp askere gittiğinde, üşütüp hasta olmasından ve onu yitirmekten endişe ettiğini söylüyordu.
O günlerde çocuğun 15 metre uzaklıktaki simitçiden simit alabilmesi ısrarımız üzerine gerçekleşebilmişti.
Bir başka örneği 15 yaşındaki bir vakamız oluşturmaktadır. Kolej öğrenimi görmekte olan bu erkek ergenin, tuvalet temizliği, tırnaklarının kesilmesi, banyosunun yapılması ve saçlarının taranması anne babası tarafından yapılmaktaydı.
Hoşgörü Sahibi Olma
Anne babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmalan, çocukların bazı kısıtlamalar dışında, arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. Böyle durumlarda çocuk, evine yönelik bir birey olur. Eğer anne babasının hoşgörüsü normal bir düzeydeyse, bu çocuğun kendine güvenen, yaratıcı, toplumsal bir birey olmasına yardım eder.
Aşın Hoşgörü ve Düşkünlük
Aşın hoşgörü ve düşkünlük çocuğu bencil yapar. O, daima diğerlerinin dikkatini çekmek ve kendisine hizmet edilmesini ister. Böyle çocuklar ev içinde ve dışında çok zayıf bir sosyal uyum gösterirler.
5 yaşındaki A., geç yaşta çocuk sahibi olan anne ve babasının tek kızıdır. Anne ve baba, çocuklarının her arzusunu anında gerçekleştiren, ona karşı aşın düşkün ve hoşgörülü kimselerdir. Öyle ki, çocuk, annesinden bir bebek isterken, farklı renkteki bir diğerini de babasından bekleyebilmektedir. Bu ortam içinde çocuk giderek bencilleşmiş ve arkadaşlarıyla uyum sağlayamayan bir birey haline dönüşmüştür. Z.amanla A., gördüğü filmlerdeki korku sahneleriyle arkadaşlarını korkutmaktan haz duyan, onların oyunlarını bozan bir çocuk olur. Bu arada A., anne ve babayı yönlendirme yolunda çeşitli metotlar dener; geçirdiği bir hastalığı koz olarak kullanma, bunlardan biridir. A., zaman zaman: “Eğer istediğimi yapmazsanız, havale geçirir, bayılırım,” şeklinde anne ve babasını korkutarak isteklerini gerçekleştirmektedir.
Reddetme
Reddetme, bir anlamda, çocuğun bedensel ve ruhsal gereksinimlerini karşılamayı aksatarak, ona düşmanca duygular beslemek şeklinde tanımlanabilir. Bu ortamdaki çocuk, yardım duygusundan uzak, sinirli, duygusal kırıklıkları olan, diğerlerine, özellikle kendinden küçük ve zayıflara karşı düşmanca duygulara sahip bir birey olabilir.
Yeni bir çocuğu dünyaya gelen bir anne, ilk çocuğunun varlığından zaman zaman eşine şikayet eder olmuş ve babanın çocuğa olan sevgisini kıskandığından: “Bu çocuk ölse hiç üzülmeyeceğim, ya o ya da ben!” şeklindeki sözcükleriyle çocuğu reddetme duygusunu dile getirmiştir.
Bir başka anne, çocuğunun dünyaya gelmesiyle özgürlüğünün sona erdiğinden şikayet etmiş ve bu nedenle çocuğundan nefret ettiğini söylemiştir.
Kabul Etme
Anne babanın kabulü, çocuğu sevgi ve sevecenlikle ele alması biçiminde davranışa yansır.
Kabul eden anne baba, çocuğun ilgilerini göz önünde tutarak, onun yeteneklerini geliştirecek ortam hazırlar. Kabul edilen çocuk genellikle sosyalleşmiş, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal açıdan dengeli ve mutlu bir bireydir.
Baskı Altında Bulundurma
Anne ve babadan birinin ya da her ikisinin baskısı altında kalan çocuk, nazik, dürüst ve dikkatli davranmasına karşın, çekingen, başkalarının etkisinde kolay kalabilen, aşın hassas bir kişilik yapısına sahip olabilir.
Suçlayan, cezalandıran ve sürekli karışan anne babaların çocuklarının, kolayca ağlayan çocuklar olduğu görülür. Baskı albnda büyüyen çocuklarda genellikle isyankâr tavır alışlarla birlikte, aşağılık duygusu gelişebilir.
Çocuklara Boyun Eğme
Çocuklarına boyun eğen anne ve babalar, evde onların egemenliğini kabullenen kişilerdir. Bu tür ailelerde, çocuklar, anne ve babalarına hükmeder ve onlara çok az saygı gösterirler. Bu çocuklar yalnız anne ve babalarıyla yetinmeyip, zamanla ev dışındaki kimselere de egemen olmanın yollarını arayan bireyler haline dönüşürler.
Çocuk Ayırma
Bütün çocuklarını eşit düzeyde sevdiklerini söylemelerine karşın, kimi anne ve babanın, bazı çocuklarını daha çok sevdikleri gözlenmektedir. Böyle durumlarda anne ve babalar, sevdikleri çocukları diğerlerinden ayırarak, onları kayırırlar. Aşın sevgi gören bu çocuklar, daha çok anne ve babalarıyla oyun oynamayı yeğlerken, akranlarıyla ilişkilerinde saldırgan ve baskıcı bir tavır içindedirler.
D., ailenin büyük kız çocuğudur. Kendisinden küçük olan erkek kardeşine anne babası tarafından her zaman ayrıcalıklı davranılmış ve D. daima küçük görülerek dışlanmıştır. Baba zaman içinde de bu yanlış tutumunu değiştirmemiş ve çeşitli bilimsel uyanlara ilgi göstermemiştir. D. yüksek öğrenimini tamamladığı yıllarda, zaman zaman eve gelmeyen, alkol kullanan, evde bulamadığı ilgi ve sevgiyi ev dışında aramaya çalışan bir birey olmuş ve ne yazık ki, tam meslek sahibi olduğu bir dönemde yaşamına son vermiştir.
Anne ve Babanın Uyguladığı Disiplin
Anne ve babaların uyguladıkları tüm disiplin yöntemlerinin seçiminde, kişisel deneyimleri kadar, yakın çevrelerinin de etkisi görülmektedir. Anne-baba-çocuk ilişkisi, çocuk yetiştirme ve ona uygulanan disiplin yöntemiyle yakından ilgilidir. Aşın sert ve otoriter bir disiplin yöntemi, olumsuz ve itaatsiz çocukların yetişmesine neden olacaktır. Çocukların bu olumsuz davranışları, anne-baba-çocuk ilişkisinin, gelişim basamaklarında, daha da bozulmasına yol açar. Bundan başka, anne ve babalarının uygun bir yetiştirme ve disiplin yönteminde görüş birliğinde olmadıklarına inanan çocuklar, onlara karşı saygı ve güvenlerini yitirmeye başlarlar.
Sert ve otoriter bir baba, çocukta olumsuz tavırların oluşmasına ve onun uyumsuz bir birey olmasına yol açabilir. Nitekim yaptığımız araştırmada, suçlu gençlerin evden kaçmalarına, bir anlamda antisosyal davranışa ilk adımlarını atmalarına neden olan en büyük etkenin, %59 oranında, baba baskısı olduğu görülür. Suçlu gençler, evden kaçma nedeni olarak, babalarının kendilerine fazla iş vermesini ya da yaptıkları bir hatadan dolayı cezalandırılma endişesini dile getirmişlerdir. Suçlu gençlerden biri, suça ilk adımı şu şekilde attığını söylüyordu:
“Bir kış gecesiydi, babamla uyuşamadık, evden kaçtım. istasyonda sabahladım. Ertesi gün bankadan para çeken bir kadının para çantasını aldıktan sonra İstanbul’a kaçtım.”
Anne baba tarafından suçlu gençlere uygulanan disiplin yöntemi de, ebeveyn baskısını doğrular niteliktedir. Suçlu gençlerin büyük bir bölümü, anne ve babaları tarafından dayakla cezalandırılmışlardır.
Duygusal Etkileşim Eksikliği ve Dağılmış Aile
Aile içindeki duygusal etkileşimin azalmasında birçok faktör etkili olabilir. Bunların başında, anne ya da babadan birinin kaybı veya ayrılıkları ya da çocuklarına karşı ihmal etme veya reddetme şeklinde takınılan tavırlar gelir. Çocukların anne ve babalarından utanç duymalan ya da anne ve babaların, çocuklarının gereksinmelerine yanıt vermemeleri, duygusal etkileşimi azaltan, yer yer ortadan kaldıran başka etkenlerdir. Duygusal etkileşimin azlığı sadece bireyin duygusal dünyasını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda onun fizyolojik, zihinsel ve toplumsal gelişimine de olumsuz etkide bulunur.
Bize başvuran 2,5 yaşındaki bir kız çocuğunun annesi, çocuğunun cinsel organını akşamları yorganına sürttüğünden şikayetçiydi. Doğumundan bu yana bakıcının elinde büyüyen çocuğuyla, annenin yeterince ilgilenemediği saptanmış ve geceleri geç gelmesi nedeniyle beraberliklerinin azlığı üzerinde durulmuştur. Annenin yarım gün çalışması ve çocuğuyla birlikte oyun oynayarak onunla bütünleşmesi önerisi kısa sürede sonuç vermiş ve önceleri 21 günde bir görülen söz konusu olay zamanla kaybolmuştur.
Duygusal etkileşim eksikliği birçok alanda etkili olur. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1. Duygusal etkileşim azlığı, bebeğin büyüme ve gelişimini geciktirip engelleyebilir.
2. Oturmak, ayakta durmak gibi motor gelişim belirtilerinde gecikme görülebilir. Yemek yememek, yatağını ıslatmak gibi olumsuz belirtilere neden olabilir.
3. Dil gelişimi gecikir. Bazı konuşma bozukluklan görülebilir.
4. Zihinsel gelişim gecikir. Dikkatin bir konuya toplanması konusunda uğranılan güçlük, çocuğun öğrenmesini ve akıl yürütmesini etkiler.
5. Çocuğun diğer insanlarla başanlı ilişkiler kuramaması sonucu, sosyal gelişmede gecikme ve saldırganlık gibi olumsuz davranışlar görülebilir. Bunun sonucunda meydana gelen sosyal tepkiler, bireyin kişiliğini etkiler ve içedönük, bencil bir kişilik oluşumuna yol açabilir.
Sayılan bu etkenlerin tam tersine olarak, anne babanın aşın sevgisi, eşdeğerde olumsuz belirtiler doğuran, gelişimde gecikmelere neden olan bir başka etkendir.
Aşırı ilgi ve düşkünlük, çocuğun yalnızca kendisiyle ilgilenmesine, yaşam savaşından kaçmasına ve onu koruyanlar olmadığında, kendini açıkta ve yalnız hissetmesine yol açar.
Son çeyrek yüzyıl içindeki Çocuk Psikolojisine ilişkin araştırmalarda, çocuğun yaşamının başlangıcındaki anne baba eğitiminin rolü ve gelecekteki ruh sağlığı açısından taşıdığı hayati önem vurgulanmaktadır.
Ruh sağlığının temelinde, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde, özellikle anneyle kurulacak sıcak sevgi ve yakın ilişki yer almaktadır.
“Anneden yoksunluk”, geniş kapsamlı bir kavramdır. Genel anlamda kısmi ya da tüm yoksunluğu (annenin ölümü gibi) içeren bu kavram, annenin, çocuğunun yanındayken bile ona yeterince sevgi iletememesi durumunu da kapsar.
Anneden yoksun olma, çeşitli düzeylerde davranış bozukluklarının nedenidir. Örneğin, “kısmi yoksunluk”, beraberinde endişe, aşırı sevgi gereksinimi, güçlü bir intikam duygusu ve bunlardan doğan suçluluk davranışı, bunalımını getirebilir. İç dünyasındaki zorlukları bu tür tepkilerle dışa vuran çocuğun sinir sisteminde bozukluklar, davranış ve karakter yapısında dengesizlikler görülebilir.
Dr. Spitz, bu konuda yaptığı çalışmalar sonucu, çocuğun yaşamından annenin çekilmesi halinde gelişmede gecikme, gerileme ve duraklamaların görüldüğünü kanıtlamıştır(*)
Yine Bowlby, ilk beş yıl içinde anneden yoksun kalmanın suçlu davranış yapısının oluşumuna yol açabileceğini ileri sürmektedir. Hükümlü gençler üzerinde gerçekleştirdiğimiz araştırmada, suçlu gençlerin % 22’sinin dağılmış ailelerden geldikleri belirlenmiştir. Ülkemizdeki dağılmış aile oranının %8 olduğu düşünülürse, dağılmış aileden gelen suçlu çocuk oranının yüksekliği kolayca görülür. Ayrıca suçlu deneklerimizin % 48’inin çeşitli nedenlerle anne ve babalarından ayn kaldıklarının saptanmış olması, Bowlby’nin savını doğrulamaktadır. (3)
Suçluluk araştırmamızda elde ettiğimiz bir başka bulgu da, deneklerimizin %60’ının ortanca çocuk olmaları nedeniyle, ailelerinden yeterli düzeyde ilgi ve sevgi görememe olasılığının varlığıdır.
İlk üç yıl içinde anneyle olan ilişkilerin çeşitli nedenlerle engellenmesi, çocuğun kişiliğinde karakteristik bir yapının oluşumuna yol açar. Bu durumda çocukların çoğunun duygusal açıdan kendi içlerine çekildikleri ve kendi dünyalarında yaşamlarını sürdürmeyi yeğledikleri dikkati çeker. Diğer çocuk ve erişkinlerle ilgili olarak sevgi bağlarını geliştirememeleri sonucu, toplumsal ilişkilerin de giderek zayıfladığı görülür.
Sonuç olarak, bütün bunlar bize, anne ve babanın çocuklarına yönelttikleri olumlu davranış örneklerinin, yeterli sevgi ve güven duygusunun, aile içindeki başarılı duygusal ve toplumsal etkileşimin, çocuğun psiko-sosyal gelişimine önemli etkilerde bulunduğunu göstermektedir.
Anne ve Babanın Dikkat Etmeleri Gereken Başlıca Noktalar
• Anne ve babalar, öncelikle çocuklarını tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmelidirler. Bu konuda kendi tutku ve arzularına göre değerlendirme yapmamalıdırlar.
• Anne ve babalar, çocuklarındaki güven duygusunu pekiştirmek üzere, onlan yapıa ve faal kılacak bir ortam hazırlamalıdırlar. Ancak bu ortamı hazırlarken verecekleri görevin, çocuğun yetenek ve kapasitesini aşmamasına özen göstermelidirler.
• Anne ve babalar, çocuk için en önemli besinin “sevgi” ve “sevecenlik” olduğunu bilerek, çocuklarına yeterince ilgi ve sevgi göstermelidirler. Bu konuda aşırıya kaçmamaya özellikle dikkat etmelidirler.
• Anne ve babalar, eğitimlerinde, ünlü düşünür J. J. Rousseau’ nun şu görüşünü gözden uzak tutmamalıdırlar: “Çocuğunuza hiçbir şekilde sözle ders vermeyiniz; o, ancak derslerin tecrübelerini almalıdır. Ona hiçbir türde ceza uygulamayınız. Çünkü o, kabahatin ne olduğunu bilmez; ona asla af dilettirmeyiniz, çünkü sizi incitmesini de bilmez.” Rousseau bu sözleriyle, çocuğa bilgiyi soyut düzeyde vermek yerine, “yaşatarak öğretme”nin önemine değinmektedir.
• Anne ve babalar, çocuklarının kendi kendilerini yönetmeleri yolunda başlattıklan girişimleri, “yaş küçüklüğü” vb. nedenlerle engellememelidirler.
• Anne ve babalar, gelişimin normal yüzlerini, zorlu dönemlerini bilmeli, davranışlarını ona göre düzenlemelidirler.
• Anne ve babalar, her çocuğun kendine özgü niteliklerle donanmış, ayrı bir birey olduğunu düşünerek, çocuğu diğer çocuklarla ve kardeşleriyle kıyaslama yoluna gitmemelidirler.
• Anne ve babalar, aile ve toplumca geçerli olan bazı kurallara uyma zorunluluğunu çocuğa hatırlatmalı, uymadığı takdirde onu, “insanlararası ilişkileri anlatacak” türdeki örnek olaylarla bilgilendirmelidirler.
Hiçbir eğitimsel yararı olmayan bedensel cezalar uygulamamalıdırlar.
• Anne ve babalar, özellikle disiplin konusunda görüş birliğinde olmaya ve çocuğun yanında tartışmamaya özen göstermelidirler.
• Anne ve babalar, “oyun”un, çocuğun gelişim ve eğitimi için önemli olduğunu düşünerek, onun, bu faaliyete zaman ayırmasını sağlamalıdırlar.
(•) Şemin, R., Ruh Saglıgı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1972 s. 66.
s.129-141
Prof. Dr. Haluk Yavuzer
Doğum öncesinden ergenlik sonuna…
Çocuk Psikolojisi
Remzi Kitabevi
1987