İLK EVİN

  • Anasayfa
  • Eğitimler
    • Destek Eğitim Programları
    • Tamamlayıcı Eğitim Programları
    • Yoğun Eğitim Programları
  • Teknikler
    • Bireysel Eğitim Teknikleri
    • Fizik Tedavi & Rehabilitasyon Teknikleri
  • Makaleler
  • Kurumsal
    • Tarihçemiz
    • Marka & Temel Değerler
    • Ekibimiz
    • İnsan Kaynakları
  • Bize Ulaşın
Çarşamba, 13 Temmuz 2022 / Published in Makaleler

Çocuğun Psiko-Sosyal Gelişiminde Ailenin Rolü

Okulöncesi dönemde, çocuğun yaşamındaki en etkili sosyalleştirme kurumu, ailesidir. Bu dönem çocukta başkalarını taklit eğiliminin en yüksek olduğu evredir.

Toplumun kültür değerlerinin bir kuşaktan diğerine aktarılması şeklindeki temel eğitimsel işlevinin yanında, aile, özellikle okulönce­si dönemde, çocuğun yaşamında etkili bir sosyalleştirme görevi de yapar.

Anne babanın ve aile içindeki diğer bireylerin çocukla olan etkile­şimi, çocuğun aile içindeki yerini belirler. Aile, çocuğun ilk sosyal deneyimlerini edindiği yerdir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, bu ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşır. Yi­ne okulöncesi dönemde, çocuğun sosyalleşmesi yolunda kendisine ta­nınan deneyim fırsatlarının değeri büyüktür. Bu dönemde çocuk, sos­yal bir birey olmayı öğrenirken, aynı zamanda en küçük ayrıntısına kadar kopya edeceği bir modele gereksinim duyar. Kişiliğin oluşumu için gerekli olan bu özdeşleşme, aile içindeki yakın üyelerle gerçekleş­tirilebilir. Genellikle anne baba, amca ya da dayı gibi aile içinden bir yetişkin olan bu üyenin bozuk bir kişilik yapısına sahip olması halin­de, bu kötü davranış örneğinin çocuğa da yansıma olasılığı vardır. Ni­tekim “Suçlu Çocuklarda Zeka, Kişilik ve Yakın Çevre Özellikleri”ni konu edinen, 214 hükümlü genç üzerinde gerçekleştirdiğimiz araştır­ma bulgularına göre, suçlu gençlerin birinci dereceden akrabalan ara­sında, %54 oranında hüküm giymiş suçluya rastlanmıştır. (1)

Aile, bir kurum olarak, çocuğun alacağı kavramları seçerek ver­mekte, onları yorumlamakta ve sonucu değerlendirmektedir. Bu seçi­ci ve değerlendirici süreç, çocukta kişisel ve sosyal davranışlarla ilgili değer duygusunun gelişmesiyle sonuçlanmaktadır. Hiç kuşkusuz çocuğun bulunduğu kültür çevresi içinde yer alan ve onu etkileyecek olan gelenek ve kurallar da vardır. Ancak yargıların oluştuğu, tercih­lerin yapıldığı ya da en azından etkilendiği yer ailedir. Kişiliğin geliş­mesi, bir dizi tercihin geliştirilmesiyle olanaklıdır. Bu tercihler bireyin değerlerini temsil eder ve geniş ölçüde ailenin koşullandırılmasının bir sonucudur.

Bütün bunlardan sonra denebilir ki, çocuğun ailesinin yapısı, ge­nişliği, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi, onun ilk sosyal deneyim­lerini, dolayısıyla duygusal ve toplumsal gelişmesini etkileyecektir.

Çoğunlukla sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi yüksek olan aile­lerden gelen çocukların, sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi daha aşağıda olan ailelerden gelen çocuklara oranla daha başarılı bir sos­yal gelişim gösterdikleri savunulur. Ancak ülkemizde, İstanbul çocukları üzerinde yapılan ve kitabımızın sonunda sunduğumuz araş­tırmadan alınan sonuçlar, farklı doğrultuda bulunmuştur. Hurtig ve Zazzo’nun “Psiko-Sosyal Gelişme Ölçeği”nin üç farklı sosyo­ekonomik sınıftan gelen 6-12 yaşlarındaki 240 kız ve erkek İstanbul çocuğuna uygulanması sonucunda, sosyo-ekonomik ve çevresel fak­törlerin, sosyal olgunluğu anlamlı bir biçimde etkilemediğini sapta­dık. Bunun da, sosyo-ekonomik düzey basamak.larında aşağıya doğ­ru inildikçe, özellikle geniş ailelerde yaşam savaşı veren çocukların, zorunluluk nedeniyle kendilerinin ve kardeşlerinin sorumluluklarını yüklenmelerinden kaynaklandığını gördük. (2)

Sosyal uyum üzerindeki çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki ilk etkilerinin son derece önemli olduğunu kanıtlamıştır. Evlerinde ya­kın bir ilgiyle demokrasinin birleştiğini gören çocuklar, en etkin, öz­gür ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde en başarılı çocuklar olmaktadırlar. Baldwin ve Watson’ın araştırmaları, bu gerçeği doğrular niteliktedir. Araştırıcılara göre, hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen ço­cuklar, arkadaşlarıyla ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirler öne sürebilen, fikirlerini serbestçe söyleme eğiliminde görü­len çocuklar olmaktadırlar. Bu tür çocuklarda kendini denetleme be­cerisine daha erken rastlanmaktadır.

Buna karşılık, daha sert bir denetim altında tutulan ya da eğitim yöntemleri değişken olan ailelerde büyüyen çocuklar ise, karşı çıkma ve saldırganlık gibi yollarla kendilerini kabul ettirmek istemekte ve kendi iç dünyalarını açıklamakta zorluk yaşamaktadırlar.

Anne babalar, çocuklarının bağımsızlık uğruna giriştikleri çabala­n destekledikleri ve zor durumlarda onlara yardımcı olduklan tak­dirde, çocuklarda bağımsızlık duygusunun kolayca geliştiği görülür. Hor gören, cezalandıran ya da hem sevip hem de soğuk davranan anne ve babaların çocukları bağımlı bir kişilik yapısına sahip olmak­tadırlar.

Dengeli, duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile or­tamında, yeterli güven, sevgi ve sevecenlik içinde büyüyen çocuklar, gelişimleri için gerekli deneyimleri elde edebilirler. Bu tür aile or­tamlarında, aile üyelerinin kendilerine düşen sorumlulukların bilin­cinde olması ve çocuğa bağımsızlık yolunda yeterli olanaklan hazır­laması, çocuğun sağlam bir kişilik yapısına sahip olmasını sağlar.

Her anne babanın bilerek ya da bilmeyerek çocuklarına karşı tu­tumu değişik olabilmektedir. Bazı çocuklar daha çok sevilmekte, ba­zılarına baskı yapılmakta, bazıları istenmeyen çocuk olarak görül­mekte, bazılarına ise daha çok hoşgörü gösterilmektedir. Bütün bu tutumlar, çocuğun hem kişiliğinin, hem de sosyal gelişiminin değişik biçimler kazanmasına neden olmaktadır.

Son bölümde sunulan, İstanbul çocuklan üzerinde gerçekleştirdi­ğimiz araştırmamızda, anne ve baba baskısının, çocuğun duygusal ve sosyal gelişimini olumsuz açıdan etkilediğini belirlemiş bulunu­yoruz.

Ailenin gerek çocuğun eğitimine, gerekse duygusal ve toplumsal gelişimine olan katkısı, farklı aile üyeleriyle çocuk arasındaki ilişki­lerden kaynaklanmaktadır. Bu ilişkiler, başta aile üyelerinin çocukla­rına karşı takındıkları tavır ve davranış biçimleri olmak üzere, aile­deki tüm yaşam biçiminin etkisi altındadır. Örneğin, ilgi ve faaliyet­lerini çocuklarına yöneltmeleri gerektiğine inanan ve bunu gerçek­leştirmeye özen gösteren anne ve babaların bulunduğu ailelerde ço­cuk, ailenin en önemli bireyi olarak yetiştirilir. Bunun tam tersine, çocuklarını sadece gören, ancak onları dinlemeyen bazı ailelerde, ai­lenin en önemli bireyleri erişkinlerdir. Bu tür ailelerde, çocuklara ve­rilen görev ve roller ikinci derecededir.

Aile üyelerinin tümü çocuğu aynı derecede etkilemezler. Aile üyesinin etkili olabilmesi, çocukla arasındaki duygusal ilişkinin var­lığına bağlıdır. Çocuğun davranışlarını ailenin etkileyişinde, çocu­ğun sahip olduğu kişilik özellikleriyle yaşı büyük rol oynar. Çocu­ğun yaşı küçük olduğu oranda, aile üyelerinin daha etkili olmalarına karşılık, yaş büyüdükçe, aile dışı bireylerin ve arkadaşların etkisi gi­derek artmakta, aile üyelerinin etkisi ise azalmaktadır.

Ailenin Çocuğa Olan Etkileri

Aile üyeleriyle olan ilişkileri, çocuğun diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların, benimsediği tutum ve davra­nışların temelini oluşturur. Aile aynı zamanda çocuğa, aile ve toplu­mun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temelini atar.

Çocuğun gelişiminde ailenin en etkili yardımları şöyle sıralanabi­lir:

• Aile, grup içinde dengeli bir birey olabilmesi için çocuğa gü­ven duygusu aşılar.

• Onun sosyal kabul görmesi için gerekli ortamı hazırlar.

• Sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davra­nış biçimlerini içeren birer model oluşturur.

• Sosyal açıdan kabul edilmiş davranış biçimlerinin gelişimi için rehberlik eder.

• Çocuğun yaşam ortamına uyum sağlarken rastladığı sorunla­rına çözüm getirir.

• Uyum için gerekli olan davranışla ilgili, sözlü ve toplumsal alışkanlıkların kazanılmasına yardımcı olur.

• Okul ve sosyal yaşamda başarılı olabilmesi için çocuğun yete­neklerini uyarır ve geliştirir.

• Çocuğun ilgi ve yeteneklerine uygun arzuların gelişimine yar­dım eder.

Çocuğun gelişimini ailenin ne denli etkilediği ya da hangi tür et­kilerin daha baskın olduğu, başlıca iki faktöre bağlıdır. Bunlar:

1. Ailenin ne tür bir aile olduğu,
2. Farklı aile üyelerinin etkisidir.

İçinde büyüdüğü ailenin sosyal yapısı ve biçimi, çocuğun gelişimi­ni etkiler. Ailenin “patriyarkal” yapıda ya da “dağılmış” bir aile biçi­minde olması kadar, çocuğun farklı aile üyeleriyle olan ilişkisi de geli­şimde etkili olur. Örneğin, babanın olmadığı bir evde yetişen çocuğun annesiyle olan ilişkisi, babası hayatta olan çocuğa göre farklıdır.

Annenin çalışması halinde, çocuğa bir başka yakının baktığı du­rumlarda, çocukların anneyle olan ilişkileri yine farklılık gösterir.

Anne ve Babanın Aile İçinde Çocuklara Karşı Tutum ve Davranışlarının Önemi

Anne-baba-çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumlarına bağlıdır. Çocuklar arasında uyum bozukluğuna yol açan birçok va­kaya, yeterli ve uygun olmayan ilk anne-baba-çocuk ilişkilerinin ne­den olduğu saptanmıştır.

Anne babanın tutum ve davranışlarını oluşturan nedenler ince­lendiğinde, tüm tavır alışlarda olduğu gibi, anne babaların çocukları­na karşı takındıkları tavrın da bir öğrenme ürünü olduğu görülür.

Anne ve babaların, çocuklarına karşı tavırlarını etkileyen başlıca faktörler şöyle sıralanabilir:

• Anne ve babanın zihinlerinde nasıl bir çocuk istedikleri konu­sunda, daha doğumdan önce hayali bir çocuk kavramı oluşur. Dünyaya gelen çocuk, anne ve babanın beklentilerine uygun olmadığı takdirde, oluşan kırıklık sonucu, anne ve babada reddetme tavrı gelişir.

• Toplumun kültürel değerleri, çocuklarını yetiştirme konusun­da anne ve babaların tutumlarını etkiler.

• Üstlendikleri ebeveyn rolünden haz duyan ve görevlerini ge­reğince yaptıklarına inanan anne ve babaların çocuklarına kar­şı takındıkları tavırlar, çocuklarını nasıl yetiştireceklerini bile­meyen, güvensiz ve kendilerini yetersiz hisseden anne babaya oranla, daha başarılı ve olumludur.

• Çocuklarının sayı, cinsiyet ve kişilik özelliklerinden memnun olan anne ve babalar, memnun olmayanlara oranla, daha uy­gun tavırlara sahiptirler.

Bütün bunların dışında, anne ve babanın kendi çocukluk yılların­daki deneyimleri, şimdiki tutumlarında etkili olabilir. Çocukluk yıllarında kendi anne babasıyla sağlıklı bir etkileşim kuramayan, yeter­li sevgi göremeyen bir baba ya da genç kızlık yıllarında aşın baskı al­tında büyümüş bir annenin tutumları, bu kötü deneyimler nedeniyle olumsuz olabilir.

Yine aile içinde eşler arasındaki ilişki, çocuklara karşı takınılan tavrı etkileyen bir başka faktördür. Örneğin, eşiyle anlaşamayan, mutsuz bir anne, tüm sevgisini çocuğuna vererek onunla aşın dere­cede bütünleşebildiği gibi, tam tersine, saldırgan bir tutuma da bürünebilir.

Anne ve babanın geçmişteki deneyimleri, onların çocukları hak­kında bazı projeler geliştirmelerinde de etkili olabilir.

Çocukluk yıllarını zor koşullar altında geçiren bir baba ya da an­ne, parasal olanaklara sahip olur olmaz, çocuğuna en iyi ortamı ha­zırlamak ister. Bunun için de çocuğun ilgi ve yeteneklerini dikkate almadan, bale, folklor, yabancı dil gibi konularda dersler aldırır, ko­leje girmek üzere onu hazırlar. Bütün bunları yaparken, anne ve ba­baların en büyük hataları, çocuklarını tanımadan, ilgi ve yetenekleri­ni saptamadan, onları kendi arzu ve tutkuları doğrultusunda yönlen­dirmelerinden kaynaklanmaktadır.

Büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar, iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler, mutlu, arkadaşça, bunalımdan uzak ve yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Bunun tersine olarak, uyum bozukluğu gösteren çocuklar, ge­nellikle başarısız bir anne-baba-çocuk ilişkisinin ürünüdürler. Anne ve babanın sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar, bü­yük bir sevgi açlığı gösterirler. Bu açlık da birtakım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir.

Çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak tanımlanabilen er­genlik dönemindeki ergenin, sorunlarını kolaylıkla çözebilmesi ve bu köprü evresini zorluğa uğramadan aşabilmesi, geçmişteki olum­lu aile ilişkilerine bağlıdır. Çocukluk döneminde anne ve babası ta­rafından yeterince sevgi, sevecenlik ve güven duygusuyla yetiştiri­len ve başarılı bir disiplinin uygulandığı ortamda büyüyen çocuk, mutlu bir ergen adayıdır. Daha o dönemde anne ve babasıyla başa­rılı bir diyalog kurabilen çocuk, zorlu ergenlik döneminde, aynı ar­kadaşça ilişkilerini sürdürerek, kişisel sorunlarını kolaylıkla çözebi­lir.

Anne ve Babanın Çocuklarına Karşı En Yaygın Tutum ve Davranış Biçimleri

Aşırı Koruma

Anne babanın aşın koruması, çocuğa gerektiğinden fazla kontrol ve özen göstermesi anlamına gelir. Bunun sonucu çocuk, diğer kim­selere aşın bağımlı, kendine güveni olmayan, duygusal kırıklıkları olan bir kişi olabilir. Bu bağımlılık, çocuğun yaşamı boyunca sürebi­lir ve yetişkinliğinde aynı koruma duygusunu eşinden bekleyebilir.

Anaokulu öğrencilerimizden birinin velisi, bir gün konuşma sırasında, çocuğunun büyüyüp askere gittiğinde, üşütüp hasta ol­masından ve onu yitirmekten endişe ettiğini söylüyordu.

O günlerde çocuğun 15 metre uzaklıktaki simitçiden simit ala­bilmesi ısrarımız üzerine gerçekleşebilmişti.

Bir başka örneği 15 yaşındaki bir vakamız oluşturmaktadır. Kolej öğrenimi görmekte olan bu erkek ergenin, tuvalet temizliği, tırnaklarının kesilmesi, banyosunun yapılması ve saçlarının ta­ranması anne babası tarafından yapılmaktaydı.

Hoşgörü Sahibi Olma

Anne babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmalan, çocukla­rın bazı kısıtlamalar dışında, arzularını diledikleri biçimde gerçek­leştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. Böyle durumlarda ço­cuk, evine yönelik bir birey olur. Eğer anne babasının hoşgörüsü nor­mal bir düzeydeyse, bu çocuğun kendine güvenen, yaratıcı, toplum­sal bir birey olmasına yardım eder.

Aşın Hoşgörü ve Düşkünlük

Aşın hoşgörü ve düşkünlük çocuğu bencil yapar. O, daima diğer­lerinin dikkatini çekmek ve kendisine hizmet edilmesini ister. Böyle çocuklar ev içinde ve dışında çok zayıf bir sosyal uyum gösterirler.

5 yaşındaki A., geç yaşta çocuk sahibi olan anne ve babasının tek kızıdır. Anne ve baba, çocuklarının her arzusunu anında gerçekleştiren, ona karşı aşın düşkün ve hoşgörülü kimselerdir. Öyle ki, çocuk, annesinden bir bebek isterken, farklı renkteki bir diğeri­ni de babasından bekleyebilmektedir. Bu ortam içinde çocuk giderek bencilleşmiş ve arkadaşlarıyla uyum sağlayamayan bir birey haline dönüşmüştür. Z.amanla A., gördüğü filmlerdeki korku sahneleriyle arkadaşlarını korkutmaktan haz duyan, onların oyunlarını bozan bir çocuk olur. Bu arada A., anne ve babayı yön­lendirme yolunda çeşitli metotlar dener; geçirdiği bir hastalığı koz olarak kullanma, bunlardan biridir. A., zaman zaman: “Eğer istediğimi yapmazsanız, havale geçirir, bayılırım,” şeklinde anne ve babasını korkutarak isteklerini gerçekleştirmektedir.

Reddetme

Reddetme, bir anlamda, çocuğun bedensel ve ruhsal gereksinim­lerini karşılamayı aksatarak, ona düşmanca duygular beslemek şek­linde tanımlanabilir. Bu ortamdaki çocuk, yardım duygusundan uzak, sinirli, duygusal kırıklıkları olan, diğerlerine, özellikle kendin­den küçük ve zayıflara karşı düşmanca duygulara sahip bir birey olabilir.

Yeni bir çocuğu dünyaya gelen bir anne, ilk çocuğunun varlı­ğından zaman zaman eşine şikayet eder olmuş ve babanın çocuğa olan sevgisini kıskandığından: “Bu çocuk ölse hiç üzülmeyece­ğim, ya o ya da ben!” şeklindeki sözcükleriyle çocuğu reddetme duygusunu dile getirmiştir.

Bir başka anne, çocuğunun dünyaya gelmesiyle özgürlüğünün sona erdiğinden şikayet etmiş ve bu nedenle çocuğundan nefret ettiğini söylemiştir.

Kabul Etme

Anne babanın kabulü, çocuğu sevgi ve sevecenlikle ele alması bi­çiminde davranışa yansır.

Kabul eden anne baba, çocuğun ilgilerini göz önünde tutarak, onun yeteneklerini geliştirecek ortam hazırlar. Kabul edilen çocuk genellikle sosyalleşmiş, işbirliğine hazır, arkadaş canlısı, duygusal açıdan dengeli ve mutlu bir bireydir.

Baskı Altında Bulundurma

Anne ve babadan birinin ya da her ikisinin baskısı altında kalan çocuk, nazik, dürüst ve dikkatli davranmasına karşın, çekingen, baş­kalarının etkisinde kolay kalabilen, aşın hassas bir kişilik yapısına sahip olabilir.

Suçlayan, cezalandıran ve sürekli karışan anne babaların çocukla­rının, kolayca ağlayan çocuklar olduğu görülür. Baskı albnda büyü­yen çocuklarda genellikle isyankâr tavır alışlarla birlikte, aşağılık duygusu gelişebilir.

Çocuklara Boyun Eğme

Çocuklarına boyun eğen anne ve babalar, evde onların egemenli­ğini kabullenen kişilerdir. Bu tür ailelerde, çocuklar, anne ve babala­rına hükmeder ve onlara çok az saygı gösterirler. Bu çocuklar yalnız anne ve babalarıyla yetinmeyip, zamanla ev dışındaki kimselere de egemen olmanın yollarını arayan bireyler haline dönüşürler.

Çocuk Ayırma

Bütün çocuklarını eşit düzeyde sevdiklerini söylemelerine karşın, kimi anne ve babanın, bazı çocuklarını daha çok sevdikleri gözlen­mektedir. Böyle durumlarda anne ve babalar, sevdikleri çocukları di­ğerlerinden ayırarak, onları kayırırlar. Aşın sevgi gören bu çocuklar, daha çok anne ve babalarıyla oyun oynamayı yeğlerken, akranlarıyla ilişkilerinde saldırgan ve baskıcı bir tavır içindedirler.

D., ailenin büyük kız çocuğudur. Kendisinden küçük olan er­kek kardeşine anne babası tarafından her zaman ayrıcalıklı davra­nılmış ve D. daima küçük görülerek dışlanmıştır. Baba zaman için­de de bu yanlış tutumunu değiştirmemiş ve çeşitli bilimsel uyanla­ra ilgi göstermemiştir. D. yüksek öğrenimini tamamladığı yıllarda, zaman zaman eve gelmeyen, alkol kullanan, evde bulamadığı ilgi ve sevgiyi ev dışında aramaya çalışan bir birey olmuş ve ne yazık ki, tam meslek sahibi olduğu bir dönemde yaşamına son vermiştir.

Anne ve Babanın Uyguladığı Disiplin

Anne ve babaların uyguladıkları tüm disiplin yöntemlerinin seçi­minde, kişisel deneyimleri kadar, yakın çevrelerinin de etkisi görül­mektedir. Anne-baba-çocuk ilişkisi, çocuk yetiştirme ve ona uygula­nan disiplin yöntemiyle yakından ilgilidir. Aşın sert ve otoriter bir disiplin yöntemi, olumsuz ve itaatsiz çocukların yetişmesine neden olacaktır. Çocukların bu olumsuz davranışları, anne-baba-çocuk iliş­kisinin, gelişim basamaklarında, daha da bozulmasına yol açar. Bun­dan başka, anne ve babalarının uygun bir yetiştirme ve disiplin yönteminde görüş birliğinde olmadıklarına inanan çocuklar, onlara karşı saygı ve güvenlerini yitirmeye başlarlar.

Sert ve otoriter bir baba, çocukta olumsuz tavırların oluşmasına ve onun uyumsuz bir birey olmasına yol açabilir. Nitekim yaptığımız araştırmada, suçlu gençlerin evden kaçmalarına, bir anlamda anti­sosyal davranışa ilk adımlarını atmalarına neden olan en büyük etke­nin, %59 oranında, baba baskısı olduğu görülür. Suçlu gençler, evden kaçma nedeni olarak, babalarının kendilerine fazla iş vermesini ya da yaptıkları bir hatadan dolayı cezalandırılma endişesini dile getirmiş­lerdir. Suçlu gençlerden biri, suça ilk adımı şu şekilde attığını söylü­yordu:

“Bir kış gecesiydi, babamla uyuşamadık, evden kaçtım. istas­yonda sabahladım. Ertesi gün bankadan para çeken bir kadının para çantasını aldıktan sonra İstanbul’a kaçtım.”

Anne baba tarafından suçlu gençlere uygulanan disiplin yöntemi de, ebeveyn baskısını doğrular niteliktedir. Suçlu gençlerin büyük bir bölümü, anne ve babaları tarafından dayakla cezalandırılmışlardır.

Duygusal Etkileşim Eksikliği ve Dağılmış Aile

Aile içindeki duygusal etkileşimin azalmasında birçok faktör et­kili olabilir. Bunların başında, anne ya da babadan birinin kaybı veya ayrılıkları ya da çocuklarına karşı ihmal etme veya reddetme şeklin­de takınılan tavırlar gelir. Çocukların anne ve babalarından utanç duymalan ya da anne ve babaların, çocuklarının gereksinmelerine yanıt vermemeleri, duygusal etkileşimi azaltan, yer yer ortadan kal­dıran başka etkenlerdir. Duygusal etkileşimin azlığı sadece bireyin duygusal dünyasını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda onun fizyolojik, zihinsel ve toplumsal gelişimine de olumsuz etkide bulunur.

Bize başvuran 2,5 yaşındaki bir kız çocuğunun annesi, çocuğu­nun cinsel organını akşamları yorganına sürttüğünden şikayetçiy­di. Doğumundan bu yana bakıcının elinde büyüyen çocuğuyla, annenin yeterince ilgilenemediği saptanmış ve geceleri geç gelme­si nedeniyle beraberliklerinin azlığı üzerinde durulmuştur. Annenin yarım gün çalışması ve çocuğuyla birlikte oyun oynayarak onunla bütünleşmesi önerisi kısa sürede sonuç vermiş ve önceleri 21 günde bir görülen söz konusu olay zamanla kaybolmuştur.

Duygusal etkileşim eksikliği birçok alanda etkili olur. Bunlar şöy­le sıralanabilir:

1. Duygusal etkileşim azlığı, bebeğin büyüme ve gelişimini geciktirip engelleyebilir.

2. Oturmak, ayakta durmak gibi motor gelişim belirtilerinde ge­cikme görülebilir. Yemek yememek, yatağını ıslatmak gibi olumsuz belirtilere neden olabilir.

3. Dil gelişimi gecikir. Bazı konuşma bozukluklan görülebilir.

4. Zihinsel gelişim gecikir. Dikkatin bir konuya toplanması konu­sunda uğranılan güçlük, çocuğun öğrenmesini ve akıl yürüt­mesini etkiler.

5. Çocuğun diğer insanlarla başanlı ilişkiler kuramaması sonucu, sosyal gelişmede gecikme ve saldırganlık gibi olumsuz davra­nışlar görülebilir. Bunun sonucunda meydana gelen sosyal tep­kiler, bireyin kişiliğini etkiler ve içedönük, bencil bir kişilik oluşumuna yol açabilir.

Sayılan bu etkenlerin tam tersine olarak, anne babanın aşın sevgi­si, eşdeğerde olumsuz belirtiler doğuran, gelişimde gecikmelere ne­den olan bir başka etkendir.

Aşırı ilgi ve düşkünlük, çocuğun yalnızca kendisiyle ilgilenmesi­ne, yaşam savaşından kaçmasına ve onu koruyanlar olmadığında, kendini açıkta ve yalnız hissetmesine yol açar.

Son çeyrek yüzyıl içindeki Çocuk Psikolojisine ilişkin araştırma­larda, çocuğun yaşamının başlangıcındaki anne baba eğitiminin rolü ve gelecekteki ruh sağlığı açısından taşıdığı hayati önem vurgulan­maktadır.

Ruh sağlığının temelinde, bebeklik ve çocukluk dönemlerinde, özellikle anneyle kurulacak sıcak sevgi ve yakın ilişki yer almaktadır.

“Anneden yoksunluk”, geniş kapsamlı bir kavramdır. Genel an­lamda kısmi ya da tüm yoksunluğu (annenin ölümü gibi) içeren bu kavram, annenin, çocuğunun yanındayken bile ona yeterince sevgi iletememesi durumunu da kapsar.

Anneden yoksun olma, çeşitli düzeylerde davranış bozuklukları­nın nedenidir. Örneğin, “kısmi yoksunluk”, beraberinde endişe, aşırı sevgi gereksinimi, güçlü bir intikam duygusu ve bunlardan doğan suçluluk davranışı, bunalımını getirebilir. İç dünyasındaki zorlukları bu tür tepkilerle dışa vuran çocuğun sinir sisteminde bozukluklar, davranış ve karakter yapısında dengesizlikler görülebilir.

Dr. Spitz, bu konuda yaptığı çalışmalar sonucu, çocuğun yaşa­mından annenin çekilmesi halinde gelişmede gecikme, gerileme ve duraklamaların görüldüğünü kanıtlamıştır(*)

Yine Bowlby, ilk beş yıl içinde anneden yoksun kalmanın suçlu davranış yapısının oluşumuna yol açabileceğini ileri sürmektedir. Hükümlü gençler üzerinde gerçekleştirdiğimiz araştırmada, suçlu gençlerin % 22’sinin dağılmış ailelerden geldikleri belirlenmiştir. Ül­kemizdeki dağılmış aile oranının %8 olduğu düşünülürse, dağılmış aileden gelen suçlu çocuk oranının yüksekliği kolayca görülür. Ayrıca suçlu deneklerimizin % 48’inin çeşitli nedenlerle anne ve babala­rından ayn kaldıklarının saptanmış olması, Bowlby’nin savını doğ­rulamaktadır. (3)

Suçluluk araştırmamızda elde ettiğimiz bir başka bulgu da, de­neklerimizin %60’ının ortanca çocuk olmaları nedeniyle, ailelerin­den yeterli düzeyde ilgi ve sevgi görememe olasılığının varlığıdır.

İlk üç yıl içinde anneyle olan ilişkilerin çeşitli nedenlerle engel­lenmesi, çocuğun kişiliğinde karakteristik bir yapının oluşumuna yol açar. Bu durumda çocukların çoğunun duygusal açıdan kendi içleri­ne çekildikleri ve kendi dünyalarında yaşamlarını sürdürmeyi yeğle­dikleri dikkati çeker. Diğer çocuk ve erişkinlerle ilgili olarak sevgi bağlarını geliştirememeleri sonucu, toplumsal ilişkilerin de giderek zayıfladığı görülür.

Sonuç olarak, bütün bunlar bize, anne ve babanın çocuklarına yönelttikleri olumlu davranış örneklerinin, yeterli sevgi ve güven duy­gusunun, aile içindeki başarılı duygusal ve toplumsal etkileşimin, çocuğun psiko-sosyal gelişimine önemli etkilerde bulunduğunu gös­termektedir.

Anne ve Babanın Dikkat Etmeleri Gereken Başlıca Noktalar

• Anne ve babalar, öncelikle çocuklarını tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmelidirler. Bu konuda kendi tutku ve arzularına göre değerlendirme yapmamalıdır­lar.

• Anne ve babalar, çocuklarındaki güven duygusunu pekiştir­mek üzere, onlan yapıa ve faal kılacak bir ortam hazırlamalı­dırlar. Ancak bu ortamı hazırlarken verecekleri görevin, çocu­ğun yetenek ve kapasitesini aşmamasına özen göstermelidirler.

• Anne ve babalar, çocuk için en önemli besinin “sevgi” ve “sevecenlik” olduğunu bilerek, çocuklarına yeterince ilgi ve sevgi göstermelidirler. Bu konuda aşırıya kaçmamaya özellikle dik­kat etmelidirler.

• Anne ve babalar, eğitimlerinde, ünlü düşünür J. J. Rousseau’ nun şu görüşünü gözden uzak tutmamalıdırlar: “Çocuğunuza hiçbir şekilde sözle ders vermeyiniz; o, ancak derslerin tecrü­belerini almalıdır. Ona hiçbir türde ceza uygulamayınız. Çün­kü o, kabahatin ne olduğunu bilmez; ona asla af dilettirmeyiniz, çünkü sizi incitmesini de bilmez.” Rousseau bu sözleriy­le, çocuğa bilgiyi soyut düzeyde vermek yerine, “yaşatarak öğretme”nin önemine değinmektedir.

• Anne ve babalar, çocuklarının kendi kendilerini yönetmeleri yolunda başlattıklan girişimleri, “yaş küçüklüğü” vb. neden­lerle engellememelidirler.

• Anne ve babalar, gelişimin normal yüzlerini, zorlu dönemleri­ni bilmeli, davranışlarını ona göre düzenlemelidirler.

• Anne ve babalar, her çocuğun kendine özgü niteliklerle do­nanmış, ayrı bir birey olduğunu düşünerek, çocuğu diğer ço­cuklarla ve kardeşleriyle kıyaslama yoluna gitmemelidirler.

• Anne ve babalar, aile ve toplumca geçerli olan bazı kurallara uyma zorunluluğunu çocuğa hatırlatmalı, uymadığı takdirde onu, “insanlararası ilişkileri anlatacak” türdeki örnek olaylarla bilgilendirmelidirler.

Hiçbir eğitimsel yararı olmayan beden­sel cezalar uygulamamalıdırlar.

• Anne ve babalar, özellikle disiplin konusunda görüş birliğin­de olmaya ve çocuğun yanında tartışmamaya özen göstermeli­dirler.

• Anne ve babalar, “oyun”un, çocuğun gelişim ve eğitimi için önemli olduğunu düşünerek, onun, bu faaliyete zaman ayır­masını sağlamalıdırlar.


(•) Şemin, R., Ruh Saglıgı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1972 s. 66.

s.129-141
Prof. Dr. Haluk Yavuzer

Doğum öncesinden ergenlik sonuna…
Çocuk Psikolojisi

Remzi Kitabevi
1987

  • Otizm ve Otizmli Bireylerin Özellikleri27 Temmuz 2024
  • Otizm ve Duyu Bütünleme Bozukluğu25 Temmuz 2024
  • Dil ve Konuşma22 Temmuz 2024
  • Disgrafi (Yazma Güçlüğü) Nedir?7 Eylül 2022
  • Diskalkuli (Matematik Öğrenme Güçlüğü) Nedir?31 Ağustos 2022
Sizi Arayalım (Sağ Panel)

Size nasıl yardımcı olabiliriz?

Yanınızda olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Bizimle hemen iletişime geçebilirsiniz... Evet, özel gereksinimli çocukların eğitimi hakkında her şey için!

E-posta listemize katılın

E-postanızı bizimle paylaşarak, Çerez Politikamızı ve KVKK / Gizlilik Politikamızı kabul etmiş olursunuz.

Kurumsal

Tarihçemiz

Marka & Temel Değerler

Ekibimiz

İnsan Kaynakları

Sertifikalar & Belgeler

Haberler & Duyurular

Eğitimler

Destek Eğitim Programları

Tamamlayıcı Eğitim Programları

Yoğun Eğitim Programları

Keşfedin

İletişim Bilgileri

Yol Tarifi

Şikayet Formu

Öneri & Talepler

Dokümanlar

Made with ♥ by TBTCREATIVE © 2024 ilkevin.com.tr

TOP
1

WhatsApp us