Araştırmalar DEHB (Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu) olan insanların genellikle aşırı derecede yaratıcı olduğunu söylüyor. Ancak okullarımız ve toplumumuz bu konuda ciddi bir beceriksizlik içinde.
Yaratıcılık Sonsuzdur isimli kitabında Gary Davis, 1961 ve 2003 yılları arasında yaratıcılık üzerine gerçekleştirilen tüm çalışmaları gözden geçirerek yaratıcı insanların 22 kişilik özelliğini belirledi. Bu özellikler arasında 16 “pozitif” (bağımsızlık, risk alma, yüksek enerji, merak, mizah, sanatsallık, duygusallık gibi) ve 6 “negatif” (dürtüsellik, hiperaktif olma, kavgacı olma gibi) özellik bulunuyor. Bonnie Cramond ise yaratıcılık üzerine yaptığı başka bir çalışmada, bu özelliklerin çoğunun önemli derecede DEHB davranış tanımlarıyla örtüştüğünü buldu. Bu özellikler; spontan fikir üretme, dalgın zihin, hayal kurma, sansasyon arama, enerji ve dürtüsellik.
Bu bulgulardan sonra çok sayıda araştırma, DEHB olan kişilerin bu niteliklere sahip olmayan kişilere göre yaratıcı düşünce ve başarı konusunda çok daha yüksek seviyelere ulaşmaya meyilli oldukları fikrini destekledi. Bu konudaki son araştırmayı yapan Darya Zabelina ve ekibi, gerçek hayattaki yaratıcı başarının, dikkati genişletme becerisi ve “sızdıran” bir zihinsel filtre ile ilişkili olduğunu buldu – ki bunlar DEHB olan kişilerin üstün olduğu alanlardı.
Bilişsel nörobilim dalındaki yeni bir araştırma da DEHB ve yaratıcılık arasında bir bağlantı olduğunu söylüyor. Hem yaratıcı düşünen hem de DEHB olan kişiler, Hayal Ağı adı verilen beyin ağından gelen beyin aktivitelerini bastırmakta zorluk yaşıyorlar.
Elbette bunun pozitif bir şey mi yoksa negatif bir şey mi olduğu durumun içeriğine göre değişiyor. Dikkatinizi kontrol edebilme becerisi şüphesiz değerli bir meziyet. İçsel zihninizi kontrol etme konusunda zorluk yaşamak, sıkıcı bir derse odaklanmanızı ya da zor bir probleme konsantre olmanızı engelleyebilir. Ancak fantezilerinizin ve hayallerinizin içsel akışını açık tutma becerisi, yaratıcılık için son derece elverişli bir özellik. DEHB karakter özelliklerini otomatik olarak “engel” olarak görür ve onları tedavi etmeye çalışırsak – tıpkı eğitim söz konusu olduğunda yaptığımız gibi – gereksiz bir şekilde çok fazla sayıda yetenekli ve yaratıcı çocuğun yok olup gitmesine izin veriyoruz demektir.
Ortalama her yıl, yaşları 5 ile 17 arasında değişen çocukların yüzde 9’una DEHB teşhisi koyuluyor ve bu çocuklar özel eğitim programlarına yönlendiriliyor. Ancak Ulusal Öğrenme Bozuklukları Merkezi’nden gelen yeni verilere göre öğrenme bozukluğu olan öğrencilerin sadece yüzde 1’i üstün zekalı ve yeteneklilere özel programlara dahil ediliyor. Yine bu verilere göre üstün zekalı ve yeteneklilere özel programlar, öğrenme ve dikkat problemleri olan çocuklara tamamen kapalı. Üstelik bu çocuklar, diğer çocuklara göre çok daha yüksek oranlarda sınıfta bırakılıyor ya da okuldan uzaklaştırılıyorlar.
Bu neden önemli? C. Matthew Fugate ve ekibi tarafından gerçekleştirilen yeni bir çalışmayı ele alalım. Araştırma ekibi; üstün zekalı, yaratıcı ve yetenekli öğrencilere yönelik bir yatılı yaz kampına katılan ve DEHB özellikleri gösteren bir grup öğrenciyi seçti. Araştırmaya seçilen öğrencilerin büyük bir çoğunluğu, sınavlardan en yüksek notları alan en başarılı çocuklar arasından seçildi.
Araştırmacılar daha sonra, aynı kampa katılan DEHB olan öğrenciler ile olmayan öğrencileri kıyasladı. Tüm öğrencilere akıcı muhakeme, iyi çalışan hafıza ve yaratıcı biliş testleri yapıldı. Akıcı muhakeme, bağlantılardan anlam çıkarma ve minimal ön bilgi ve uzmanlık ile yeni ve karmaşık şeyleri tanımayı içeriyor. İyi çalışan hafıza ise dikkati kontrol etme ve zihinde bir kerede çoklu bilgileri tutma becerisini içeriyor. Yaratıcı bilişi ölçmek için öğrencilerden şu öğeleri kullanarak yeni bir şey çizmeleri istendi: oval bir şekil, tamamlanmamış figürler ve iki düz çizgi.
Araştırmacılar DEHB özellikleri olan öğrencilerin (özellikle “dikkat” konusundan en yüksek puanları alanlar) DEHB olmayan öğrencilere göre daha düşük iyi çalışan hafıza puanları aldıklarını ortaya çıkardı. Akıcı muhakeme testlerinde ise aralarında bir farklılık görülmedi. Bu veriler, hafızalarında çoklu bilgileri tutma konusunda düşük becerileri olsa da DEHB olan kişilerin yine de oldukça zeki olabileceğini ortaya çıkardı. Ayrıca düşük hafıza becerilerine rağmen DEHB olan öğrencilerin yüzde 53’ü yaratıcılık testlerinden çok yüksek skorlar elde ettiler. Aslında bu sonuç hem DEHB olan hem de olmayan öğrenciler için geçerliydi: Hafıza ne kadar kötü ise yaratıcılık o kadar fazlaydı!
Tüm bu araştırmalardan eğitime yönelik önemli sonuçlar çıkarılabilir. Elbette DEHB, öğrencilerin sınıfta derse odaklanmalarını ve kendi hayatlarını organize etmelerini zorlaştırabilir. Dikkati kontrol etme becerilerinin önemi elbette azımsanmamalıdır. Ama lütfen kurunun yanında yaşın da yanmasına izin vermeyelim!
Farklı Neler Yapılabilir?
Yaratıcılık konusundaki değerlendirmeler, örneğin Amerika’daki üstün zekalılar ve yeteneklilere yönelik programlarda açık bir şekilde eksik kalmış durumda. DEHB özellikleri gösteren çocukları otomatik olarak özel eğitim programlarına yerleştirmek yerine daha geniş çaplı bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu öğrenci popülasyonu için öncelikle hafıza ve ezberleme becerisine daha az, akıcı muhakeme ve ardışık olmayan düşünceye daha fazla odaklanan zeka testleri ile değerlendirmeler yapılabilir.
Daha geniş çaplı bir değerlendirme aynı zamanda DEHB olan öğrencilerin farklı düşünme, hayal gücü ve hiper odaklanma (ilgilerini çeken şeylere) gibi yaratıcı güçlerini ortaya koymalarına da izin verebilir. DEHB olan kişiler, bireysel olarak anlamlı buldukları aktivitelere kendilerini tamamen verdiklerinde diğer insanlara göre çok daha iyi odaklanabiliyorlar. Son araştırmalar DEHB olan insanların baskılamakta zorluk yaşadıkları beyin ağının (Hayal Ağı) müzisyenlerin (özellikle caz müzisyenlerinin ve rapçilerin!) müzik yapmasına yardım eden beyin ağı ile aynı olduğunu ortaya çıkardı.
Eğitim programı anlamında problem bazlı öğrenme yaklaşımları, DEHB olan öğrencilerin kendilerini derse daha fazla vermelerini ve pasif izleyici olmaktansa aktif öğrenen olmalarını sağlayabilir. Bu öğrencilerin öğrenmeleri de aynı yaklaşımla değerlendirilebilir. Öğrenciler bilgilerini, farklı ürünler (karikatür, oyunculuk, blog, video, makale gibi) yaratarak ve bu ürünleri düzenli olarak gözden geçirip düzelterek ortaya koyabilirler.
Ve John’un Hikayesi…
1949 yılında Eton Koleji’ne giren ve ileride bilim adamı olmayı hayal eden John’un hikayesi ile bitirelim yazıyı. Sınıfının sonuncusu olan John’un karnesine şu not düşülür:
“Derslerdeki performansı memnun edici olmaktan çok uzak. Hiç dinlemiyor ve her şeyi kendi bildiği gibi yapmak istiyor. Sanırım bir bilim adamı olmak gibi bir fikri var, ancak mevcut durumunda bu oldukça komik bir fikir. Eğer en basit biyoloji bilgilerini bile öğrenemiyorsa, bir bilim adamının yaptıklarını yapma konusunda hiçbir şansı yok. Bu onun için ve ona öğretmenlik yapmak zorunda kalanlar ancak için bir zaman kaybı olacaktır.”
Bu hikayede bahsedilen öğrenci, kök hücreler hakkında yaptığı devrim yaratan araştırması sayesinde 2012 yılında Fizyoloji – Tıp alanında Nobel ödülünü kazanan Sir John B. Gurdon‘dan başkası değil. Pek çok yetenekli birey gibi ona da kolaylıkla dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu teşhisi koyulabilirdi.
Artık bu hikayelere dur demenin zamanı geldi.
Kaynak: Altarnet // Eğitimpedia